Son güncelleme: 2024
Yaşamın Sessiz Yankısı
Hayat… İnsan her nefes aldığında yaşadığını mı sanır, yoksa yalnızca var olmanın gölgesinde mi kaybolur? Yaşamak, sadece günleri ardı ardına dizmek midir, yoksa her anın içinde bir anlam aramak mı? Kimileri için hayat bir oyun sahnesi gibidir, roller dağıtılmış, replikler ezberlenmiş ve perde açılmıştır. Kimileri içinse, baştan sona bir bilmecedir; cevabı olmayan, her çözümün yeni bir düğüme dönüştüğü sonsuz bir labirent.
Biz neden buradayız? Bir amaç uğruna mı, yoksa yalnızca var olduğumuz gerçeğini kabullenmek için mi? İnsan, doğduğu an başlar arayışa. Önce kollarını uzatıp dokunmaya çalışır, sonra yürümeyi öğrenir, konuşur, sevilmek ister, anlamak ve anlaşılmak ister. Zamanla dünya ona neyi öğrettiyse, o da ona göre şekil alır. Ama zaman geçtikçe, sorular da çoğalır: Gerçekten yaşıyor muyum, yoksa yalnızca var mıyım?
Bir çiçek, köklerini toprağa salar, güneşe yönelir ve açar. Ama onun için hayat basittir; suyu bulduğu sürece yaşar, ışığı gördüğü sürece yükselir. Peki ya insan? O, sadece var olmakla yetinir mi? Belki de asıl sorun, insanın hayattan ne beklediğini bilmemesidir. Kimi, peşinden koştuğu şeyin ona mutluluk getireceğini sanır. Daha fazla para, daha fazla başarı, daha fazla ilgi… Ama bunlar gerçekten "yaşam" mıdır, yoksa yalnızca ona yüklenen sahte anlamlar mı?
Bazen gözlerini kapatıp derin bir nefes aldığında, kalbinin ritmini hissedersin. İçinde bir şey kıpırdar; adı konmamış, belki de hiç konulamayacak bir his. Belki huzur, belki özlem, belki de hiçbir şey… Ama işte tam da o anda fark edersin ki, yaşam yalnızca dışarıda değil, içindedir.
Bazı günler ağır gelir insana, bazı sabahlar uyanmak bile zor gelir. Sanki dünya üstüne yıkılmış gibi, sanki her şey bir yük gibi… Ama sonra bir şarkı çalar kulağına, bir esinti yüzüne değer, bir koku seni çocukluğuna götürür. O an fark edersin ki hayat sadece büyük şeylerden ibaret değildir. Bazen en küçük anlar, en büyük anlamları taşır.
Ve belki de hayatın sırrı burada saklıdır; onu anlamaya çalışmaktan çok, hissetmekte. Bir anı durdurup içinde kaybolmakta, zamanı kovalamaktan vazgeçmekte… Çünkü yaşamak, sürekli bir yere varmaya çalışmak değil, o yolda ne hissettiğini bilmektir. Yolda düşmek, kalkmak, kaybolmak, tekrar kendini bulmaktır.
Belki de biz, yalnızca bu soruları sormak için buradayız. Belki de asıl cevap, soruların kendisidir.
Son güncelleme: 2024
Aşkın Sessizliği
İlk birkaç gün boyunca zaman, yalnızca ikisi için var gibiydi. Gözlerini açtıklarında birbirlerini buluyor, her anı birlikte geçiriyorlardı. Mesafeler, saatler, tüm sınırlar eriyip gidiyordu. Geceleri telefonları açıkken, birbirlerinin nefesini duyarak uyuyakalıyorlardı. Sabah olduğunda ilk söyledikleri kelime birbirlerinin adıydı. Zeynep'in sesi, Eray'ın en tanıdık melodisi haline gelmişti.
Her şeyin bu kadar güzel gittiği bir anda, içten içe bir korku büyüyordu Eray'da. Çok hızlı büyüyen şeyler, çok çabuk kaybolurdu. Ama Zeynep'in gözlerine her baktığında, bu düşünceyi zihninin en karanlık köşesine itiyordu. O anın içinde var olmaya, kendini bu duygunun içine bırakmaya karar verdi.
Ama hayatın bazen kendi planları vardı.
Eray, Zeynep'e gerçekten değer verdiğini göstermek, onun için bir şey yapmak istiyordu. Sıradan bir şey değil, gerçekten anlamlı, gerçekten özel bir şey. Bunun için günlerini, gecelerini feda etti. Uykusuz kaldı, yorgun düştü, ama hiç şikâyet etmedi. Çünkü sonunda Zeynep'in yüzünde bir gülümseme göreceğini biliyordu.
Ama o bir hafta boyunca, Zeynep bu sessizliği başka bir şey olarak gördü. Önce hafif bir huzursuzluk, ardından büyüyen bir kırgınlık. Eray'ın bu kadar meşgul olmasına anlam veremedi. Onun ilgisinin azaldığını düşündü. Belki de yanılmıştı, belki de Eray sandığı gibi biri değildi.
Ve sonra bir gece, Eray gözleri yorgun ama içi umut doluyken, bir mesaj aldı.
"Artık eskisi gibi davranmıyorsun. Kırıldığımı söylediğimde öyle şeyler söylüyorsun ki, sanki tüm sorumluluk bende, senin hiçbir yanlışın yokmuş gibi hissettiriyorsun."
İlk satırları okuduğunda, içini garip bir his kapladı. Yorgun bedeni bir anda ağırlaştı. Cümleler, kalbinin derinliklerine saplanıyordu. Oysaki o sadece bir şeyler yapmak istemişti, sadece mutlu etmek istemişti. Ama Zeynep'in gözünden bakınca, her şey bambaşka bir anlam kazanıyordu.
"Geceyi uykusuz geçirip gündüz uyumak zorunda olsam bile, sana zaman ayırabilmek için düzenimi değiştirirdim."
Eray, gözlerini mesajın üzerinde gezdirdi. Bir an durdu, düşünmek istedi ama kelimeler zihnine hücum ediyordu. Zeynep, onun yokluğunu hissetmişti. Onun için çabaladığı günler, aslında bir uzaklığa dönüşmüştü. Bir boşluk yaratmıştı. O boşlukta, Zeynep yalnız kalmıştı.
"İki seni seviyorum ile kırgınlık geçmiyor."
Bazen kelimeler hiçbir şeyi çözmezdi. Bazen ne kadar sevdiğini söylemek yetmezdi. Eray bunu şimdi anlıyordu. Sevmek, birini mutlu etmek için çabalamak yetmiyordu. Bazen, sadece yanında olmak gerekiyordu. Sadece elini uzatmak, gözlerinin içine bakmak, "Buradayım" demek gerekiyordu.
Ama o artık çok geçti.
Eray, telefonunu kapattı. Odada tek başınaydı ama bir boşluk, içini her şeyden daha fazla kaplıyordu. O biletin ve sürprizin artık bir anlamı kalmamıştı. O yolculuğun bir amacı yoktu.
Bazen, ne kadar istersen iste, tutamazsın. Bazen birini sevmek, onun kalmasını sağlamaz. Bazen, tüm çaban, sadece yanlış bir zamanda sarf edilmiş bir emek olarak kalır.
Ve en acısı da, Eray artık bunu biliyordu. "her ne kadar bilmek istemesede"
Son güncelleme: 2024
Yokluk Şiiri
bir hayal miydim, yoksa hiç var olmadım mı?
ellerim uzandı ama tutacak bir şey kalmadı.
sesim duvarlara çarpıp geri döndü,
ben bile duyamaz oldum kendimi.
zaman mı geçti, yoksa ben mi çürüdüm?
herkes yoluna gitti, ben olduğum yerde kaldım.
adımı unuttular, yüzümü hatırlayan yok,
belki de en başından kimse görmedi beni.
geceye sordum, cevap vermedi,
yıldızlar bile yanıp sönmekten vazgeçti.
yağmur düştü ama toprağa bile işlemedi,
belli ki buraya ait değilim.
şimdi bir gölge gibi silinmeyi bekliyorum,
ne bir özlem, ne bir umut, ne bir ses.
var mıydım, yok muydum bilmiyorum artık,
bildiğim tek şey, fark eden kimse yok.
Son güncelleme: 2024
Soğukluğun Ardındaki Sıcaklık
Bazı insanlar yalnız kalmayı seçmez, yalnızlık onları seçer. Ama o, bunu bilerek, isteyerek yapmıştı. Kalabalık sokaklardan geçerken yüzüne çevrilen bakışları hissediyordu, ama hiçbirine dönüp bakmıyordu. Herkesin arasında, hiçbir yere ait olmamanın nasıl bir his olduğunu iyi biliyordu.
Yüzünde eksilmeyen bir soğukluk vardı. Yakışıklıydı, dikkat çekiyordu, ama gözleri… Onun gözleri, kimsenin göremediği uzak bir kıyıya bakıyordu sanki. İnsanlar ona yaklaşmak isterdi, ama o bir adım bile atmazdı. Konuşmaz, dokunmaz, bağlanmazdı. Çünkü bir kez anladığında dünyanın nasıl bir yer olduğunu, kimseye güvenemezsin.
Çok şey görmüştü. İhanetleri, yalanları, maskelerin ardında saklanan boşlukları… İnsanlar yüzüne gülümserken bile içinde bir şüphe yükselirdi. Gözlerinin içine bakıp güven dolu sözler söyleyen herkesin ardında bir gölge gizliydi. Bu yüzden kapattı kendini. Buzdan bir duvar ördü etrafına, kimsenin aşamayacağı kadar sağlam.
Ama bazen, gece yatağına uzandığında sessizlik içinde bir düşünce süzülürdü zihnine: "Bu kadar soğuk olmak beni gerçekten koruyor mu? Yoksa içimdeki her şeyi dondurarak yok mu ediyorum?" Ama bu düşünceler fazla uzun sürmezdi. Sabaha karşı, yeni bir gün doğar ve o, her zamanki gibi yüzüne duygusuz bir maske takarak dünyaya adım atardı.
Ve dünya, onun uzak ve erişilmez olduğunu düşündü. Oysa kimse bilmiyordu… Uzak olan dünya, erişilmez olan insanlardı. O sadece, bunu herkesten önce anlamıştı.
Son güncelleme: 2024
Kökler ve Gölgeler
Aile… İnsan doğar doğmaz kollarına alınır, adına kader denilen bir çizginin içine yerleştirilir. Anne, baba, kardeşler… Hepsi bir bütünün parçaları gibi sunulur insana. Ama bir soru var aklının köşesinde asılı duran: Aile gerçekten ne demek? Sadece kan bağıyla bağlı olduğun insanlar mı, yoksa senin ruhunu şekillendiren, seni var eden eller mi?
Bazen bir yük gibi gelir bu bağlar. Sorumluluk, beklentiler, kalıplar… Doğduğun andan itibaren senden bir şey olmanı isterler, kim olduğunu bile sorgulamana izin vermeden. "Biz senin aileniz" derler, ama gerçekten seni tanırlar mı? Gerçekten seni sen olduğun için mi kabul ederler, yoksa bir yansıma, bir devam, bir gelenek misin sadece?
Ama diğer yandan, insan yalnızlığı tattığında anlar belki de ailenin ne demek olduğunu. Bir gün düşüp kalkacak gücü bulamadığında, seni en çaresiz anında kaldıran biri var mı? Dünya seni unuttuğunda, başını koyacak bir omuz, sesini duyuracak bir ses var mı? Eğer varsa, işte o zaman aile belki de bir zorunluluk değil, insanın en derin köküdür.
Ama ya yoksa? Ya bu bağlar sadece kağıt üstünde kaldıysa? O zaman insan kendi ailesini yaratmak zorunda mıdır? Birine "sen benim evimsin" diyebilmek için, kan bağına değil, ruh bağına mı ihtiyaç vardır?
İşte tüm bu soruların içinde döner durur. Aileyi bir güven limanı mı, yoksa görünmez zincirler mi yapan şeyin ne olduğunu çözemez. Belki de aile, içinde büyüdüğün değil, içinde büyütebildiğin şeydir.